19 Mart 2025

“Türkiye AB’den bir şey karşılığında, bir şey isteyecek”

Avrupa ile Türkiye arasında yeni bir yakınlaşma süreci var. Ancak AB Türkiye’ye baktığında Rusya’ya karşı büyük bir ordu ve savunma sanayii görüyor. Ne Ankara ne de Avrupa’nın, Türkiye’deki demokratik geri gidişin tersine dönmesi konusunda niyeti-isteği var.

Türkiye ile Avrupa’nın birbirinin önemini anlaması için Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesi gerekiyormuş.

Halbuki biz bir avuç gazeteci, uzman, akademisyen, kanaat önderi, neredeyse yıllardır Avrupalı muhataplarımıza, Türkiye’yi bu ölçüde dışlamanın hiçbir anlamı olmadığını söyleyegeldik.

Türkiye ile göçmenler üzerinden son derece sınırlı bir angajmanın Erdoğan yönetimini cezalandırmadığını, demokratik geriye dönüşü frenlemediğini, tam tersine, bu sınırlı “al vere” dayalı temasın anti demokratik uygulamalar için iktidarın elini güçlendirdiğini söyledik durduk.

Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerinin başlaması gibi miniskül bir kararın alınmasının bile Kıbrıs ve demokrasi meselesinin arkasına saklanarak yıllardır ötelenmesinin saçmalığından dem vurduk. Üstelik bunu hükümete karşı eleştirilerimiz baki kalarak yaptık.

İktidar tarafından muteber görülmeyen isimlerin Avrupalı muhataplarına en ağır eleştirileri onların anlayacağı üslupla yönelttiklerine çok şahit oldum.

Hükümete dönük de “Avrupa’yla arayı bu kadar açma, büyük fırtına yaklaşıyor, onların bize ihtiyaç duyması kadar bizim de onlara ihtiyacımız olacak; açıkta kalmamalı” da dendi.

Tabii her iki tarafın da sağ kulaktan girdi sol kulaktan çıktı. Çünkü Türkiye’de de Avrupa’da da uzağı düşünen vizyoner liderlerden ziyade, günü kurtarmaya odaklı popülist siyasetçiler var.

Şimdi, malum Trump’ın “ben sizi savunmak için elimi taşın altına koymam” demesiyle Türkiye’ye dönük bakışta bir değişim gözleniyor.

Türkiye’nin güvenliği Avrupa’sız düşünülebilir mi?

Ancak geçmişte, Türkiye’yi göçmenlere karşı bariyer olarak gören Avrupa, şimdi de baktığında, Türkiye’nin ordusuna ve savunma sanayiine odaklanmış görünüyor.

Risk de denklemin geçmişteki gibi basit bir al vere dayandırılmasında yatıyor. Ve buna bağlı ek bir risk de, müzakerelerin baştan düğmenin yanlış iliklenmesiyle başlaması.

Her şeyden önce, söyleme dikkat etmek gerekiyor.

“Avrupa’nın güvenliği Türkiye’siz düşünülemez” deniyor. Hatta daha da ileri gidip, “mümkün değil” deniyor.

İyi de karşı taraf da “Türkiye’nin güvenliği Avrupa’sız düşünülebilir mi” diye sorsa?

Elimiz elbette güçlü. Ama kendimizi de dev aynasında görmeyelim. Bugün hala güneyimizden gelecek bir tehdite karşı, İspanyol Patriotlarının güney sınırlarımızda konuşlu olduğunu unutmayalım. O İspanya ki, “Patriotları Türkiye’den çek Ukrayna’ya yolla taleplerine karşı çıktı.”

Rus nükleer gücüne karşı, Erdoğan - Putin dostluğuna mı güvenmeli?

ABD’nin nükleer şemsiyesinin geçerli olmadığı bir ortamda, Rusya’nın nükleer gücüne karşı Erdoğan - Putin dostluğuna güvenemeyiz herhalde? Ya da çok gururlandığımız dron üretimine?

Avrupa’nın bize, bizim Avrupa’dan daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünseydi iktidar, Rusya’ya karşı oluşturulacak savunma mimarisine ilişkin toplantılara bakan yada genelkurmay başkanlarını göndermezdi herhalde.

“Yıllardır Avrupa’nın çeşitli savunma mekanizmalarına, savunma projelerine girmeye çalışıyoruz, kapıda bekletiyorsunuz. Önce şu konularda bir adım atın, ben de ona göre düşüneyim” deyip, ağırdan alabiliyor muyuz? 

Alamıyoruz. Çünkü şu anda şekillenmekte olan bir süreç var ve o sürecin başından içinde olmak, sonradan dahil olmaktan daha avantajlı.

Bu yazdıklarımdan “hiçbir beklentimiz karşılanmadan, kendi savunmamızı perçinlemek, garantiye almak için, hiçbir talepte bulunmadan Avrupa’ya yanlayalım” gibi bir mesaj çıkmasın. 

Tersine “alavere dalavere Kürt Memed nöbete” durumu çıkmasın. 

Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Şu anda her şey birtakım muhtemel senaryolar ve varsayımlar üzerinden götürülüyor. Bunu daha gerçekçi olaylar önümüze çıktıkça bir müzakere sürecine evireceğiz. Biz bir şey yapıyorsak, muhakkak bir şey de isteyeceğiz. Olmadan olmaz,” şeklindeki sözleri dikkat çekici.

İktidarın müzakere sicili

Açıkçası iktidarın müzakere konusunda sicili çok da parlak değil.

Irak savaşı sırasında Ankara “at pazarlığı yapmakla” suçlanmış, aylar süren pazarlıklar, Meclis oylaması üzerine sonuçsuz kalmıştı. Zaten o günden bu yana ABD’yle Türkiye’nin arası bir türlü düzelemedi. Tabii orada mesele, müzakere yapılması değil, müzakereler olumlu sonuçlanacakmış gibi yapıp, onca müzakereye karşın sonuç alınamaması oldu.

Yakın gelecekten bir örnek ise İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişi. Bu sürecin iyi yönetildiği söylenemez. Bu iki ülkenin NATO’ya girişi karşılığında misal AB’nin savunma mekanizmalarına dahil olunmasına yeşil ışık alınabilirdi. Eldeki tek kazanım, PKK’nın İsveç’te hareket alanının daralması oldu. Karşılığında ABD’den yeni parti F16’ların alımına yeşil ışık çıktı ama bakın hala o süreç de neticelenmiş değil. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD başkanı Trump’la hafta başında gerçekleştirdiği telefon konuşmasında görüştüğü konular arasında F16’ların teslimi konusu da yer aldı. 

İktidarın elini çok yüksekten açıp, sonra azla yetinip, bunu da büyük kazanım olarak gösterdiği örnek çok.

Karşımızda da sütten çıkmış ak kaşık yok. Fransa’sından Kıbrıs Rum Kesimi’ne, süreci baltalayacak aktörler var. Bir avantaj, sürecin kilit oyuncularından birinin İngiltere olması. Ama karşımızda birden çok muhatap olması bile başlı başına bir zorluk.

Pazarlık konuları: üyelik müzakerelerinin canlanması uzak ihtimal

AB ile üyelik müzakerelerinin canlandırılmasına dönük Ankara’nın söylemlerini, bilinçli olarak elini yüksekten açma olarak görüyorum. Ne Ankara, ne de AB’nin, Türkiye’deki demokratik geri gidişin tersine dönmesi konusunda niyeti-isteği var.

“Bak ama Kürt sorunu da çözülüyor. Buna rağmen her tür muhalefeti anti demokratik uygulamaya tabii tutarım, siz ona takılmayın” şeklinde özetlenecek bir fotoğraf, tabii ki müzakerelerin canlanmasını mümkün kılmaz. 

Yunanistan’la bahar havası, Kıbrıs konusunda da daha az köşeli bir söylemle, gümrük birliğinin güncellenmesine onay hedefleniyordur gibime geliyor.

Yani Avrupa ile yakınlaşmadan demokratik geriye gidişi tersine çevirecek bir sonucun çıkması uzak bir ihtimal. İki taraf arasındaki güven erozyonunun üstesinden gelip, Avrupa’nın güvenlik  mimarisine çapalanacak bir denklem ortaya çıkar mı; takip edip, göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları

Trump “Ich bin ein Kremliner” derse Ankara ayazda kalır mı?

ABD ile Avrupa arasındaki ayrım genişliyor. ABD, Rusya’yla ilişkileri düzeltmek isterken Avrupa’nın gözünde Rusya en büyük tehdit olmaya devam ediyor. Ankara, Rusya’yı nasıl konumlandıracak? Avrupa gibi, Rusya’yı hasım olarak mı görecek; yoksa ABD gibi “Ben Moskova’yla ilişkilerimi bağımsız yürütürüm” deme gücüne sahip mi?

ABD’nin Rusya politikası Ankara’nın işine gelir mi gelmez mi?

Türkiye başından beri savaşın durmasını istedi. Bu nedenle Trump’ın yaklaşımı ilk anda Ankara’nın işine gelen bir durum. Ama sıkıntı Trump’ın savaşı bitirme stratejisinde yatıyor. Müzakere masasına oturmadan Putin’e istediği her şeyi vermiş durumda. Türkiye eli güçlenmiş bir Rusya'yla ilişkilerinde zorlanabilir

Ankara-Trump büyük pazarlığı başlıyor: Asla “asla” deme

Trump’ın öngörülemezliğine dair en öngörülebilir nokta asla, “asla” dememektir. Suriye ve PKK konusunda Trump’ı cezbetmek Ankara’nın “masaya ne koyacağına” bakar. Ankara ile Washington arasında ikinci çemberde Rusya ve İsrail’in olduğu bir büyük pazarlık dönemi başlayabilir

"
"